Tuesday, December 1, 2015

Üçüncü Chapter




Kendimi Bulma Yolculuğu

     Yıllar yılı ergenlik, hayal kırıklıkları, ’sözde’ aşk acıları ne badireler atlattım diye düşünüyordum. Meğerse en zorlusu insanın kendisini bulabilmesi ve hatta kendi gibi kalabilmesiymiş.

     Ben hep ‘Ben’mişim de insanlardan kaptığım yanlış öğrenimlerle unutmuşum özümü. Başkalarının olmamı istediği kişi portresinde kaybolmuşum. 

     Ben her zaman uyumlu bir insandım- şimdi geniş perspektiften bakınca uyumlu davranırken bazı kendi isteklerimi göz ardı ettiğimi fark ediyorum. Artık en büyük önceliğim kendi isteklerim; tabii kendini başkalarının önüne koyunca sürüye uymuyorsun, hoş karşılanmıyorsun. Bu bölümdeki sınav konum sosyal çevrem.

     İlk tıkanmayı grupça hareket edemediğimi fark ettiğimde yaşadım. Söyledim ya, uyumsuz kesinlikle değilim her yere senkronize olabilirim. Fakat sorun; her ortamda olmak istemeyişim. Sosyalleşmek benim için yalnızca kalabalıklaşmak değil aynı zamanda yalnızlaşabilmek olmaya başladığında farklılaştım. Yalnızlaşabilmek, bütün günün stresinden uzaklaşıp kendime vakit ayırabilmek demek benim için. Spor olabilir, kitap olabilir, film olabilir ruhumu dinginleştirecek bir şeyler. Bütün gün hepimiz zamanı kovalıyoruz muhakkak;  fakat FARKLI şekillerde dengemizi bulmak da hakkımız değil mi J Nedense anlamlar yüklemeyi seviyoruz, o kişiyi anlamak yerine. 
Normal rutinde yaşamayınca anlaşılmaz oluyormuşsun. Bana da hep anlamlar yüklendi ve ayrıştırıldım. Etrafım daraldıkça, kendimi süzgecin üzerinde kalan pirinç taşı gibi hissetmeye başladım.

    Ben kendimi bir şekilde bulmaya başladım, sıçramalar yaşadım. Anladım ki herkes aynı anda sıçrayamıyormuş. Zıplasa bile aynı yere düşebiliyormuş. Herkesin çabası farklı, hikayesi başka bir yol ve yaşanılan sınavlar ayrıştırıyor yaşamları. Hepimiz aynı şeye bakıp farklı detaylar görüyoruz. Zaten mozaikteki en güzel duygu da farklılıklar değil mi? Neden aynılaşmaya çalışalım, farklılıklardan beslenip her deneyimin tadına bakabilecekken.

     Yıllarca biriktirdiğim anılar, iyi günler, kötü günler hepsi benim arşivimde. Bunları biriktirirken gördüm ki; hayat bir süreçmiş ve aslında hiçbir son ve başlangıç yokmuş. Yaşadığın anları toplarken sen kendi sürecini yaratıyormuşsun. Karşına çıkan herkes yeni bir deneyim kapısı aralarken illa 10 yıl geçirmene gerek yokmuş. Kimileri de ziyaretçiymiş geçerken hayatına uğruyormuş belki de bir daha yollarınız kesişmiyormuş. Kendini, uçakta tanıştığın birisine hayatını anlatırken bulup en baba yorumu ondan alabiliyormuşsun.

     Dost olmak için yüzyıllar biriktirmek yerine anları toplamak da yetiyormuş. Anlık olmak yüzeysellik değil, anda paylaştıklarının değeriymiş.

     Anımı daha bir başka seviyorum artık. Yeni yörüngemde dolaşırken, en güzel anımda ruh eşimi bulduğumu sandım- o da buhar olup uçtu.

    Galiba şu an Üçüncü Sıçramayı gerçekleştiriyorum. Aynı yere mi düşeceğim yoksa eşik mi atlayacağım, onu bir sonraki timeline’da deneyimleyeceğim. Geride kalan buhar yüzünden kendime fluyum şu sıralar.


SERRA ORUÇ

(3 Chapter DD.12/10/2015)


Monday, November 30, 2015

İkinci Chapter





     Bilkent’ten mezun olduğum yıl, hayallerini kurduğum Los Angeles’a yol aldım- kendim için yaptığım birinci mükemmel şey!

     Harika 2 yıl geçirdikten sonra- oradaki deneyimlerim başka yazı konusu- Ankara’ ya döndüm. Back to reality! Ailemi özlemiştim ve kendi ülkemde faydalı olmak istiyordum-HAYAL KIRIKLIĞI! Özlediğimi sandığım hayata dair ne varsa, onlardan nefret ederek 1 yıl geçirdim.

Ailemle çalışmadan önce KPMG’de 1 yıl deneyim yaşadım. Ve kesinlikle çalıştığım yeri sevmiyordum.

Evde mutlu değildim.

Sosyal hayatımda asosyaller gibi sıkılıyordum. Çok gergin ve beni iyice dibe çeken bir erkek arkadaşım vardı. Hobi olarak anlaşamıyorduk. Bir sevgili sana hayat katmalı değil mi? Benimkisi eser miktarda kalmış kırıntı heveslerimi de nasıl tüketeceğiyle ilgileniyordu. Tek motivasyonu bam telimi bulup beni zıplatmaktı. Pek tabii büyük gün geldi çattı, yollarımız ayrıldı. Şu sıralarda baba oluyordu- nasıl da sevecen bir baba olmuştur!

     Ayrıldık, bitti ama ben kabullenemiyordum bana yaşattıklarını. Uzun mesailer harcayarak bana yaptığı kötülükleri hemen hemen tanıdığım herkese anlattım. Aşırı negatif bir moddaydım. Ağzımdan çıkan yegane cümleler, buram buram mızmızlanma ve şikayet kokuyordu. Olmadığım birine dönüşmüş, hiçbir şeyden zevk alamamaya başlamıştım. (çok sonraları öğrenecektim kimse bize bir şey yaşatmıyor- biz izin vermediğimiz sürece)

     Gökten prens/3 elma/ şans topu artık sihirli ne varsa düşmesini diliyor ve bir zahmet beni başımdaki husumetlerden kurtarmasını bekliyordum. Nerdeeee, gelmedi tabiki!
Çook sonra fark ettim. Lambadan Alaaddin filan çıkmayacak. Saçları uzattık, kuleye tırmanan da yok. Kurtarıcı bayağı yakında- hatta içimde! Beni ancak BEN kurtarabilirim. İyi de nasıl kurtaracağım?

     Mutsuzum ya herkesin ilgi odağı benim, hapşırsam gözün mü doldu diye anlamsız bir ilgi var üzerimde- ki hiç hoşlanmam başkalarının hayatına mal olmaktan! Evde konuşmalar yapıyorum, bu günler geçecek nutukları- ilacı buldum ya kendimde. Ama nafile, baby boomer’ların kurucu ortaklarından annem ve babam beni kesinlikle anlamıyor! Gezegen dışı gibiyim onlar için! Değişim, sorgulamak, büyümek, kendi kararları olmak falan büyük laflar. En sonunda,  fazlasıyla farkında zihnim antenleri açmayı akıl etti de kendi yolunu bulma yolculuğuna girdi- bu da başka hikaye. Olayları çözmeye çalışmaktan çıkıp kendimi bulmaya dönünce bir baloncuk çıktı kafamdan. Aynada en güçlü iki öğretmenim- babam ve güya psikopat erkek arkadaşım (Onu ben çektim kendime galiba ya, aşk değildi o!- sonra aşkı da gördük şükür)

İkinci sıçrama!


Artık karşıma çıkan herkes için iyi ki diyorum, iyi ki girdi hayatıma- söylenmek yok! Ama bir de kalmasını istememe rağmen usulca gidenler oluyor. Bir gün kalıcısı da olur herhalde. Önceden hep temizlik yapıyordum, şimdi ise yapılanma zamanı. Yeni faza geçmişim. 

SERRA ORUÇ

Friday, November 6, 2015

Birinci Chapter




     Önceki yazımda hayatımı üç chapter’a ayırmıştım. Tabii şu ana kadar üç bölüm bundan sonra muhakkak artacak bölümler.  İlk bölümden başlayacak olursam bunlar çok da kendimi bilmeden yaşadığım yıllarmış gibi geliyor.  Sanki dayatılan her şey doğruymuş gibi bir hayat sürüyordum, fazla da sorgulamıyordum bence. Bu yıllarda içimdeki isyankar fokurduyor ancak çıkabileceğine inanmıyordu. Şu anda bulunduğum noktadan geçmişe bakınca iç sesimin beni bir şekilde yönlendirdiğini görüyorum. Kendimi bulamamanın verdiği bilinçsizlikle kabullenişte yaşamışım tam içime sindiremeden de olsa. Bu yılların ana konusu babamla anlaşamamak.

     Kendimi anlatamadığım için çok üzülüyordum. İfade edebildiğimi düşünsem de onun kafasındaki modele uymuyordum. Sabit fikirliydi- hala da öyle! Bir insan 7’sinde neyse 70’inde de o oluyor malumunuz! Olmasını beklediği çocuk kalıbına uymadığım için söylediklerime kulak veremiyor, beni dinlemeden hep aynı cevapları veriyordu.  Ruhum tutsak gibiydi. “Neden beni anlamıyor?” diye ağladığım geceleri çok bilirim. Büyüdüğümü hatta birey olup kendi fikirlerim olabileceğini bile kabul etmek istemiyordu. İsteklerim olabileceğini düşünmüyordu. Hayatı sorgulamadan yaşıyordu, indigo çocuklarından değildi.
Hayatı, edindiği prensiplerin çerçevesinden karşılıyor, fazla kıvrılıp bükülmeden dimdik durmaya çalışıyordu. –inandığı hayat buydu ve kendi gerçekliğinde mutluydu. Başka gerçeklere olabileceğini, hayatın aynı çizgide devam etmeyeceğini milenyumdan önce kestiremiyordu. Teknolojinin her şeyi hızlandırdığı kadar babamın da düşünce işleyişi değişti. Kendisi yine değişmedi ama algısı kabullenmeye yeşil ışık yaktı.

     Yıllar sonra ona “Sen kimsin? Hayatta geldiğin yerden memnun musun?” diye soracak ve “Ben, benim işte başka kim olabilirim ki?” cevabını alacaktım. O zaman gerçekten hiç sorgulamadığını, bu şekilde mutlu olduğunu acaba diye şüphelendiği bütün konuların gelecekte ne olacak kaygısından kaynaklandığını öğrenecektim.

     Ve en nihayetinde, birbirimizi daha iyi anlamaya başladık. Arkadaş olduk. 4 yıldır beraber çalışıyoruz ve birlikte büyüyoruz. Artık yapmak istediğim her şeyde beni destekliyor. Beni dinliyor, her zaman hepsini kabul etmese de J ama bazı şeyler var ki bana sormadan da yapmıyor!


Birinci sıçrama!

SERRA ORUÇ

Tuesday, October 27, 2015

'Ben' Olma Hikayesi





     Yıllar geçtikçe kendime daha objektif bakabilmeyi öğreniyorum.  Analiz etmeyi çok seviyorum ya bugüne kadar olan resme objektif bakayım dedim. Sorgulamayı bırakıyordum ya tam bırakmaya hazır değilim sanırım. En azından dozunu azaltacağım-orası kesin! Ancak bir şeyler anlam kazandıkça durdurabileceğim sorgu sürecini. Ama savaşmayı bırakıyorum savaşmak yordu beni hayatla sevişeceğim bundan sonra. Her şeyden emin olmak yerine kabulleniyor olacağım. Bu da yeni mottom olsun.

     Hayatımın bugüne kadar yaşadığım kısmını chapter’lara bölecek olursak; Amerika’ya gitmeden önce, Amerika’dan sonra ve şimdi olarak üçe ayırıyorum. Sınavlarım ve beni ben yapan süreçleri anladıkça kabullenişe geçmeye daha ılımlı bakmaya başladım. Neyi neden yaşadığımı anlayabilirsem bütün detayların içinde boğulmaktan kurtulurum.

     İlk chapterda kendimi bilmeden çevreme göre yaşayarak açılışı yaptığımı düşünüyorum. Aile, arkadaş, okul, öğretmenler hayatımın baş sponsorlarıydı. Birinci bölümdeki sınav en yakınımdan beni vurdu ve ev hayatımdan başladım hayat savaşına.

     21 yaşımdan sonra aydınlanma çağıyla beraber her şeyi-ama HER ŞEYİ sorgulamaya başladım. Çabalarım kendimi bulmama yönelikti. Sancılı yıllar geçirdiğimi söyleyebilirim. Yaşarken pek keyif alamadım tabii, nerden geldi bu illet içime dedim. Cahillik mutluluktur derler ya o mutluluğa özendim.

     Gel gelelim, şimdi çok farklı bakıyorum. İyi ki diyorum İYİ Kİ içime düşmüş farkındalık ateşi. “Evren gerisini verecek, yeter ki kıvılcım alabilme cesaretimiz olsun, alevler gelir” derken Azra Kohen ne kadar da haklı. Sen bu yolculuğa cesaret edince her şey ona göre karşına çıkmaya başlıyor. Kim olduğunu buldukça ne yapman gerektiğini de öğreniyorsun, birçok şey anlam kazanmaya başlıyor. Her şeyi anladığını düşünedur, birçoğu da gizemini korumaya devam ediyor tabii. Bütün geleceğimizi bugünden öğrensek yaşamak için ne kadar hevesimiz kalırdı? Ondandır belki de, tanıdığımız en yaşlı insanın birçok erdeme ulaşmış olmasına rağmen hayatın gizlerini tam da anlayamadan göçüp gitmesi.


     Şu anda uzun girizgahtan çıkıp gelişmeye geçiş yapmış olabilirim. Gelişmenin de en iyi ihtimalle ikinci, üçüncü fazını yaşıyorumdur.  Karşılaştığım olaylar ve dönüm noktaları bana daha sonra gösterecek nerede olduğumu ondan kuşkum yok. O yüzden artık bir zahmet düşünmeyeyim nerede olduğumu ve sadece yaşayayım.


SERRA ORUÇ

Thursday, August 13, 2015

Sorguluyorum-öyleyse varım!





Bocalıyorum.
Evet kafam karışık.
Değerlerim alt üst olmuş durumda. Sahi değerlerim ne ki? En başında değerlerimi nasıl anlamlandırdığımı fark etmeliyim. İlk önce ne gelecek, hangisi sonra peki ya ben? Ben bu önceliklerin neresinde konumlanıyorum?

Benci olmakla bencil olmak arasındaki ince çizgideyim. Belki orada sınır bile yok, hepsi sonsuz. Sınırları ben yaratıyorum aslında hiçbir şey sınırlı değil. Ben ne olmak istiyorsam oyum, olmak istediğimle olmam gereken arasındaki rolde sıkışmış bir tiyatro oyuncusuyum. Vicdanım ve benliğim arasındaki sınırı kaldırsam belki de sonsuzlaşacak her şey. Buradaki sınırı ben var ettim- evet kesin ben var ettim!

Hayatın sürekliliğini kabul etmek neden bu kadar zor ki? Bilsen ki hiçbir şey bitmiyor, her nokta başka bir cümlenin başlangıcı. Ve bu cümleler farklı şeyler anlatıyor hatta bazen ilgisiz hikayeler. Ne önemi var ki, neden her şey birbiriyle ilintili olmalı? İşte hayat! Yaşanan perdelerin birbiri ardına eklenerek bir oyun kurulması. Perde devamlı açılıp kapanıyor aslında biz başka sonlar kovaladığımızdan fark edemiyoruz. Bu oyunu fark edersen, sahne senin! Fark edemezsen perde kapandıktan sonra loş ışıkta her şeyden bihaber yerleri süpüren persona'dan daha iyi bir rol sunulmuyor ne yazık ki.

Kafa karışıklığı iyidir, yakında temize çıkacağım. Hemde yepyeni bir ben olarak! Yeni ben'i beklemek beni heyecanlandırıyor. Yazarken düşündüm, değerlerimi 7 yıldır sorguluyorum. Belki de bırakma vakti- hem yeni gelenlerin daha iyi olmayacağını nereden bilebilirim? An, bırakma vaktidir. Sadece yaşadığın keyfi özümsemek ve hayata devam etmek- sıcacık emellerle!

Wednesday, August 12, 2015

Bir Bodrum İlhamı


 

    Sahildeyim ya zihnim açıldı. Deniz ayaklarımın altına yaklaştıkça yazmak istedim. İçim yine gözlem yağmuru izin vermemişim gözlemlerin hayat bulmasına. Artık önce taslak bile yapmıyorum, direk yazıyorum. Hayat da direk yaşayınca güzel değil mi? Düşünmeye başlayınca anı kaybetmiyor musun? Ay bile dünyanın gölgesine girince tutulmuyor mu, başka insanların gölgesi sana nasıl hayat verebilir? Şöyle yap, böyle de, şu davranış sana yakışmadıların sana pranga yaptığını fark etmedin mi sende? Aslında her bir yorum sana bir şey katacağı yerde vizyonunu daraltıyor, tutuklaştırıyor. Seni sen olmaktan alıkoyuyor, seni onların 'sen'i yapıyor. Onların 'sen' i oldukça herkes mutlu, herkes seni başardı diye tatmin. Ama sen- koca bir boşluktasın. Hiç bile olamıyorsun, hiç olsan yeniden doğma şansın var. Dinlediğim şarkı da bu benim esmek için son şansım diyor. Bu satırları yazarken playlistin karşıma çıkardığı şarkı manidar! Belki de hepimizin kendi olmak için son şansı! İnsanlar sen olmak istediğin kişisin diye senden haz etmeyecekler ama sen olmak istemediğin kişiyi yaşarken daha umutsuz olacaksın.. Hayat umutsuz olmak için kısa derinlere dalmak için ise uzun bir derya! Dalsan çıkamayacaksın.

     2015 başladığı gibi yarıyı geçti. 3-4 yıldır yaptığım gibi sene başında yapmak istediklerimi, hedeflerimi, önceliklerimi belirlemedim. Ruhum ne istediğini biliyor, belirlemesem ne olur? Artık bazen planlardan da sıkılıyorum. Eskiden çok planlı bir insandım, bununla da övünürdüm. Şimdi planlı olmak beni rahatsız ediyor, kendimi sınırlı bir insan gibi hissediyorum. Halbuki ben sınırsız dünyada sonsuz bir insan olmak istiyorum. Birisiyle tanıştım o da sanki sonsuzluğun peşindeydi, belki birgün ondan da bahsederim. Bu sayede bir şey fark ettim, sonsuzluğumu sınırlamaya başlamışım. Farkındaysan farkında olmamış gibi yapamazsın! Bodrum gibiyim mavi ve huzurlu, yeşil ve sakin, muhteşem ve doyulası.

Tuesday, May 5, 2015

Yazdan Beri Ben


     Yazdan beri derken bir yaz daha gelmiş. Zaman artık uçmaya mı başladı ne? Çocukluğumda hatırlıyorum da ben bayağı sıkılacak zaman bulabiliyordum. Dışarıda oyun oynayacak kimseyi bulamazsam, evdeki Looney Tunes serisini de ezberlemişsem sıkılmaya başlayabilirdim. Şimdi bırakın günleri ayları kovalayamıyorum. Nisan ayı boyunca Mart tarihli toplantı notları biriktirdim. Nisanı ancak sindirebilmişken Mayıs geldi sonra bir bakıcaz kar mı yağmaya başlayacak? Hayır korkuyorum, güneşlendiğimi hissedemeden ilk denize girdiğim gün ayağımı bile soğuk suya alıştıramadan kış tekrar gelecek diye korkuyorum. Güneşi iliklerime kadar hissedip, ayaklarımı kuma gömmeden yağmurun altında sırılsıklam kalıcam diye korkuyorum. Zamanı yakalamanın bir yolu yok mu?

     Zaman ve takvimin insan hayatının modern çağa ayak uydurabilmesi için tasarlandığı söyleniyor. Bugün, bizimki gibi global bir dünyada zaman aracılığıyla bir Çinli ile 06/05/2015 Çarşamba günü öğlen yemeği için randevulaşabiliyoruz. Bunun sağladığı kolaylık muhakkak ki göz ardı edilemez ancak zaman sınırlamaları olmasa idi belki anlayacaktık sonsuz zamana sahip olduğumuzu. Zamanın sonsuzluğunu bilirsek belki de bir şeyleri yakalamak için bu kadar uğraşmak zorunda kalmayacaktık.

     Bende bu sonsuzluğu quantum boyutta kabul ederek yapabileceğimin maksimumuna kavuşmaya karar verdim. Yazdan bu yana kendimi işime adadım ve sayısız iş seyahati gerçekleştirdim. Sonsuz zamanın olduğunu bilmeseydim bu kadar çok edinimi bir yıla asla sığdıramayacaktım. Bu seyahatler sayesinde çokça farklı kültürlerin insanıyla tanıştım bambaşka yaşamlara yolculuk ettim. Halılarımı daha iyi tanıdım, kendime yeni kapılar araladım derken, arı gibi çalışmayı kendisine ilke edinmiş ailem bir konut inşaatına başladı. Yeni bebeklerim bu daireler. Her gün onları daha güzelleştirmek için çabalıyorum. Bir yılın sonunda mimar/mühendis/müteahhit olma yolunda hatırı sayılır bir yol aldım. Diplomalı arkadaşlarıma selam olsun usta oldum demiyorum ama tabiki işi yürütecek kadar bir göz geliştirdim.

     Bir ara muhakkak inşaat sektöründe karşılaştığım tipleri yazmalıyım. Bizim mağazayı insan mozaiği zannederdim, inşaat yapmadan bir insanlığı asla tanıyamayacağımı öğrenmiş oldum. Her gün büyük düşünür olamayız ya bugün de ufak bir şey öğrenmiş olalım.


SERRA ORUÇ

Thursday, April 16, 2015

Nerelerdeydim?

   

     Ne kadar da seviyorum uzun araları.. Hep bi bahaneler bulmuşum kendime. Günlerin içinde yoğrulup gitmişim. Yazmaktan kaçmışım. Kafamda mükemmeli belirlemişim, o çıtaya ulaşamadım diye yazmaktan geri durmuşum.  

     Yazmak için hep düşündüğüm taslak halinde olan konular vardı. Onları düzgünce bitiremedim ya, kendimi de yazmamışım. İlla iyi mi olmak zorunda? Sahi iyi ne ki? İyi, kötü, mükemmel zaten hep kişilere göre değişmiyor mu? Çok iyi olmaya çalışırken iyiyi de kaçırmıyor muyuz bir yerde?

     Gün içinde bulunduğum diyalogları paylaşsam yetmez miydi? Neden yetinememişim ki? Birkaç paragraftan öte birkaç satır paylaşamaz mıydım yani? Mükemmeli aramak da bir nevi sahtecilik değil mi zaten?

     Bir şeyi iyi yapma arzusu ile samimiyeti de bir yerde kaybedebiliyoruz. Çünkü mükemmel yok her şeyin bir kusuru var. Ben gözlemlerimi birkaç paragraf,çok önemli cümle kalıplarına sığdırmaya çalışırken kendimden uzaklaşmışım ben bile farkında olmadan. Halbuki gözlemlerimi, hislerimi kusurlarıyla kabul edebilseydim içimde sıkışıp kalmış kelimeleri bu kadar biriktirmek zorunda kalmayacaktım. Onlar da özgürleşecekti gitmek istediği yere doğru.


     Son zamanlarda içimdeki kelimeleri de duygular gibi hapseder olmuşum. Söylemek istediklerime tıpa takmış, göstermek istediklerimi yorgan altı yapmışım. Neden kendimi bu kadar küçültüyorum ki içimde sıkıştırıyorum? Dışarı bir çıkarsam bende büyüyeceğim. Bugünden edindiğim: kendin ol, önce kendini düşün. Kendinden öne koydukların yüzünden kendi benliğinden olma, seni çiğneyip geçerler.

SERRA ORUÇ