Monday, November 30, 2015

İkinci Chapter





     Bilkent’ten mezun olduğum yıl, hayallerini kurduğum Los Angeles’a yol aldım- kendim için yaptığım birinci mükemmel şey!

     Harika 2 yıl geçirdikten sonra- oradaki deneyimlerim başka yazı konusu- Ankara’ ya döndüm. Back to reality! Ailemi özlemiştim ve kendi ülkemde faydalı olmak istiyordum-HAYAL KIRIKLIĞI! Özlediğimi sandığım hayata dair ne varsa, onlardan nefret ederek 1 yıl geçirdim.

Ailemle çalışmadan önce KPMG’de 1 yıl deneyim yaşadım. Ve kesinlikle çalıştığım yeri sevmiyordum.

Evde mutlu değildim.

Sosyal hayatımda asosyaller gibi sıkılıyordum. Çok gergin ve beni iyice dibe çeken bir erkek arkadaşım vardı. Hobi olarak anlaşamıyorduk. Bir sevgili sana hayat katmalı değil mi? Benimkisi eser miktarda kalmış kırıntı heveslerimi de nasıl tüketeceğiyle ilgileniyordu. Tek motivasyonu bam telimi bulup beni zıplatmaktı. Pek tabii büyük gün geldi çattı, yollarımız ayrıldı. Şu sıralarda baba oluyordu- nasıl da sevecen bir baba olmuştur!

     Ayrıldık, bitti ama ben kabullenemiyordum bana yaşattıklarını. Uzun mesailer harcayarak bana yaptığı kötülükleri hemen hemen tanıdığım herkese anlattım. Aşırı negatif bir moddaydım. Ağzımdan çıkan yegane cümleler, buram buram mızmızlanma ve şikayet kokuyordu. Olmadığım birine dönüşmüş, hiçbir şeyden zevk alamamaya başlamıştım. (çok sonraları öğrenecektim kimse bize bir şey yaşatmıyor- biz izin vermediğimiz sürece)

     Gökten prens/3 elma/ şans topu artık sihirli ne varsa düşmesini diliyor ve bir zahmet beni başımdaki husumetlerden kurtarmasını bekliyordum. Nerdeeee, gelmedi tabiki!
Çook sonra fark ettim. Lambadan Alaaddin filan çıkmayacak. Saçları uzattık, kuleye tırmanan da yok. Kurtarıcı bayağı yakında- hatta içimde! Beni ancak BEN kurtarabilirim. İyi de nasıl kurtaracağım?

     Mutsuzum ya herkesin ilgi odağı benim, hapşırsam gözün mü doldu diye anlamsız bir ilgi var üzerimde- ki hiç hoşlanmam başkalarının hayatına mal olmaktan! Evde konuşmalar yapıyorum, bu günler geçecek nutukları- ilacı buldum ya kendimde. Ama nafile, baby boomer’ların kurucu ortaklarından annem ve babam beni kesinlikle anlamıyor! Gezegen dışı gibiyim onlar için! Değişim, sorgulamak, büyümek, kendi kararları olmak falan büyük laflar. En sonunda,  fazlasıyla farkında zihnim antenleri açmayı akıl etti de kendi yolunu bulma yolculuğuna girdi- bu da başka hikaye. Olayları çözmeye çalışmaktan çıkıp kendimi bulmaya dönünce bir baloncuk çıktı kafamdan. Aynada en güçlü iki öğretmenim- babam ve güya psikopat erkek arkadaşım (Onu ben çektim kendime galiba ya, aşk değildi o!- sonra aşkı da gördük şükür)

İkinci sıçrama!


Artık karşıma çıkan herkes için iyi ki diyorum, iyi ki girdi hayatıma- söylenmek yok! Ama bir de kalmasını istememe rağmen usulca gidenler oluyor. Bir gün kalıcısı da olur herhalde. Önceden hep temizlik yapıyordum, şimdi ise yapılanma zamanı. Yeni faza geçmişim. 

SERRA ORUÇ

Friday, November 6, 2015

Birinci Chapter




     Önceki yazımda hayatımı üç chapter’a ayırmıştım. Tabii şu ana kadar üç bölüm bundan sonra muhakkak artacak bölümler.  İlk bölümden başlayacak olursam bunlar çok da kendimi bilmeden yaşadığım yıllarmış gibi geliyor.  Sanki dayatılan her şey doğruymuş gibi bir hayat sürüyordum, fazla da sorgulamıyordum bence. Bu yıllarda içimdeki isyankar fokurduyor ancak çıkabileceğine inanmıyordu. Şu anda bulunduğum noktadan geçmişe bakınca iç sesimin beni bir şekilde yönlendirdiğini görüyorum. Kendimi bulamamanın verdiği bilinçsizlikle kabullenişte yaşamışım tam içime sindiremeden de olsa. Bu yılların ana konusu babamla anlaşamamak.

     Kendimi anlatamadığım için çok üzülüyordum. İfade edebildiğimi düşünsem de onun kafasındaki modele uymuyordum. Sabit fikirliydi- hala da öyle! Bir insan 7’sinde neyse 70’inde de o oluyor malumunuz! Olmasını beklediği çocuk kalıbına uymadığım için söylediklerime kulak veremiyor, beni dinlemeden hep aynı cevapları veriyordu.  Ruhum tutsak gibiydi. “Neden beni anlamıyor?” diye ağladığım geceleri çok bilirim. Büyüdüğümü hatta birey olup kendi fikirlerim olabileceğini bile kabul etmek istemiyordu. İsteklerim olabileceğini düşünmüyordu. Hayatı sorgulamadan yaşıyordu, indigo çocuklarından değildi.
Hayatı, edindiği prensiplerin çerçevesinden karşılıyor, fazla kıvrılıp bükülmeden dimdik durmaya çalışıyordu. –inandığı hayat buydu ve kendi gerçekliğinde mutluydu. Başka gerçeklere olabileceğini, hayatın aynı çizgide devam etmeyeceğini milenyumdan önce kestiremiyordu. Teknolojinin her şeyi hızlandırdığı kadar babamın da düşünce işleyişi değişti. Kendisi yine değişmedi ama algısı kabullenmeye yeşil ışık yaktı.

     Yıllar sonra ona “Sen kimsin? Hayatta geldiğin yerden memnun musun?” diye soracak ve “Ben, benim işte başka kim olabilirim ki?” cevabını alacaktım. O zaman gerçekten hiç sorgulamadığını, bu şekilde mutlu olduğunu acaba diye şüphelendiği bütün konuların gelecekte ne olacak kaygısından kaynaklandığını öğrenecektim.

     Ve en nihayetinde, birbirimizi daha iyi anlamaya başladık. Arkadaş olduk. 4 yıldır beraber çalışıyoruz ve birlikte büyüyoruz. Artık yapmak istediğim her şeyde beni destekliyor. Beni dinliyor, her zaman hepsini kabul etmese de J ama bazı şeyler var ki bana sormadan da yapmıyor!


Birinci sıçrama!

SERRA ORUÇ