20’li yaşlar sendromu, ben
aslında büyüyor muyum sendromu olarak da adlandırılabilir. Kapıya dayanan karar
anları ve etrafımızda hızla gelişen dünyaya ayak uydurma çabasıdır. Her eylül
ayında yeni ders dönemine girecek şekilde programlanmış beyin, okuldan mezun
olduktan sonra bir iş bularak yeni hayatın kurallarına adapte olmakta zorlanır.
En zor kabullenilen durumlar ise artık 15 günü geçen tatillere sahip
olunamayacak oluşu ve her gün gidilmesi gereken mesaidir. Dersleri kırarak
gönül eğlendirdiğin günler artık geride kalmıştır. Görünen o ki hayat,
sorumluluklardan oluşan ağını üzerine atmaya başlamıştır. Ne kadar kaçmaya
çabalasan nafiledir ağ yemini bir şekilde bulur, hedefe girecek kadar
büyümüşsündür, meşhur deyişle ‘yaş kemale ermiştir’.
Mezun olup da iş hayatına giren
kişiler, hala iş bulamamış ve günlerini sosyal medyanın derinliklerinde vakit
harcayarak geçiren kişilerden daha kolay atlatıyor gibi gözükse de durum aslında
o kadar basit değildir. Hepimiz kendi sınırlarımızdaki koşullarda karar vermeye
zorlanarak endişeler yaşarız. Yaşın kemale erince içindeki biyolojik saat
kurulmuş gibi gelecekle ilgili duyulması gereken kaygıları anımsatır. Ne yapmak
istiyorum, ne için yaşıyorum, doğru kararı mı veriyorum, evlenmek için doğru
zaman mı, kariyerim için doğru yerde miyim gibi sorular yakanıza yapışır ve
bırakmamak üzere olanca gücüyle zihninize asılırlar. Bir yanınız hala
üniversitede olduğu gibi umarsızca gezmek isterken diğer yandan etrafınızda
evlenip de çoluk çocuğa karışmış örnek insanlar sinir bozucu şekilde hayatın
gerçeğini yüzünüze vurur: Artık büyümüşsünüzdür ve saatler sorumluluk alma
vaktini gösteriyordur.
Türkiye’den daha özgür
toplumlarda kişiler bu süreçteki sancıların sonunda ne istediklerine belki
kendi iradeleri ile yönelebiliyorlar. Ancak yaşadığımız ülkede, gençler üniversiteden mezun olduktan sonra iş
bulmaya, evlenmeye ve çocuk yapmaya şartlandırıldığından, bu süreci
izlemediğimizde toplum tarafından bir birey olarak kabul göremiyoruz. Çoğu genç
annesinin hayalindeki doktor ya da babasının hayalindeki mühendis olmak zorunda
kalarak hayata dair ilk adımlarını atıyor. 17-18 yaşında mesleki yaptırımın
kurbanı olan gencin, daha ileriki yaşlarında ailesi tarafından uygun görülen
başka bir kurbanla kendisini nikah masasında bulması ise kaçınılmaz son oluyor.
Türk toplumu ve yaşayışı,
kişileri dış koşulların ‘uygun bulduğuna’ şartlanan bireyler haline dönüştürüyor,
bu yüzden yüzleşilen gerçekler bizi daha da derinden sarsabiliyor. İleriki yaşlarda ulaşılan kimliksizlik
duygusu kendini kapana kısılmış gibi hissettiriyor. Tamamlanmayan yanımız,
kendimizi etrafımızdakilerle kıyaslamaya itiyor. Bu sürece uyum sağlayabilmek
adına, çoğumuz ezbere kararlar veriyor, verdiğimiz kararın bilinçsizliği ile
mutsuzluğa sürükleniyoruz.
Aslında yaşadığımız karmaşa artık
kendimizi bir kalıba sokma gayretinden geliyor. Artık her birimiz statüye sahip
olmak istiyoruz, ’biri’ olmak istiyoruz. Gerçek hayatın okuldakinden bambaşka
ve daha zorlu olduğu gerçeğiyle yüzleşmek belki de en çok canımızı sıkan. Artık
attığımız her adım, bizi ileride bulup bir şekilde yakalayabilir. Biliyoruz ki,
bugün verdiğimiz birçok karar yarınımızı etkileyecek. Yeni yıl, her zaman yeni
kararlar ve yeni hedeflerdir. 2013’ü karşıladığımız şu günlerde, belki de en çok hayattan beklentilerimizi
düşünmeliyiz; ne olmak istediğimizi ve nasıl bir hayat arzuladığımızı. Bunları
düşünmediğimiz zaman işte o ezbere verdiğimiz kararların pençesinde esir olarak
sürdürüyoruz hayatımızı. Ne istediğimizi
bilirsek sendromlar da gelişimimizin bir parçası olur ve hayatımızdaki bir
süreç olmaktan öteye gitmezler.
SERRA ORUÇ
YAŞAM KOÇU