Thursday, January 17, 2013

20’li yaşlarda sendrom mu? Bunu yaşamak için çok genç değil miyiz?



                            

20’li yaşlar sendromu, ben aslında büyüyor muyum sendromu olarak da adlandırılabilir. Kapıya dayanan karar anları ve etrafımızda hızla gelişen dünyaya ayak uydurma çabasıdır. Her eylül ayında yeni ders dönemine girecek şekilde programlanmış beyin, okuldan mezun olduktan sonra bir iş bularak yeni hayatın kurallarına adapte olmakta zorlanır. En zor kabullenilen durumlar ise artık 15 günü geçen tatillere sahip olunamayacak oluşu ve her gün gidilmesi gereken mesaidir. Dersleri kırarak gönül eğlendirdiğin günler artık geride kalmıştır. Görünen o ki hayat, sorumluluklardan oluşan ağını üzerine atmaya başlamıştır. Ne kadar kaçmaya çabalasan nafiledir ağ yemini bir şekilde bulur, hedefe girecek kadar büyümüşsündür, meşhur deyişle ‘yaş kemale ermiştir’.

Mezun olup da iş hayatına giren kişiler, hala iş bulamamış ve günlerini sosyal medyanın derinliklerinde vakit harcayarak geçiren kişilerden daha kolay atlatıyor gibi gözükse de durum aslında o kadar basit değildir. Hepimiz kendi sınırlarımızdaki koşullarda karar vermeye zorlanarak endişeler yaşarız. Yaşın kemale erince içindeki biyolojik saat kurulmuş gibi gelecekle ilgili duyulması gereken kaygıları anımsatır. Ne yapmak istiyorum, ne için yaşıyorum, doğru kararı mı veriyorum, evlenmek için doğru zaman mı, kariyerim için doğru yerde miyim gibi sorular yakanıza yapışır ve bırakmamak üzere olanca gücüyle zihninize asılırlar. Bir yanınız hala üniversitede olduğu gibi umarsızca gezmek isterken diğer yandan etrafınızda evlenip de çoluk çocuğa karışmış örnek insanlar sinir bozucu şekilde hayatın gerçeğini yüzünüze vurur: Artık büyümüşsünüzdür ve saatler sorumluluk alma vaktini gösteriyordur.

Türkiye’den daha özgür toplumlarda kişiler bu süreçteki sancıların sonunda ne istediklerine belki kendi iradeleri ile yönelebiliyorlar. Ancak yaşadığımız ülkede,  gençler üniversiteden mezun olduktan sonra iş bulmaya, evlenmeye ve çocuk yapmaya şartlandırıldığından, bu süreci izlemediğimizde toplum tarafından bir birey olarak kabul göremiyoruz. Çoğu genç annesinin hayalindeki doktor ya da babasının hayalindeki mühendis olmak zorunda kalarak hayata dair ilk adımlarını atıyor. 17-18 yaşında mesleki yaptırımın kurbanı olan gencin, daha ileriki yaşlarında ailesi tarafından uygun görülen başka bir kurbanla kendisini nikah masasında bulması ise kaçınılmaz son oluyor.

Türk toplumu ve yaşayışı, kişileri dış koşulların ‘uygun bulduğuna’ şartlanan bireyler haline dönüştürüyor, bu yüzden yüzleşilen gerçekler bizi daha da derinden sarsabiliyor. İleriki yaşlarda ulaşılan kimliksizlik duygusu kendini kapana kısılmış gibi hissettiriyor. Tamamlanmayan yanımız, kendimizi etrafımızdakilerle kıyaslamaya itiyor. Bu sürece uyum sağlayabilmek adına, çoğumuz ezbere kararlar veriyor, verdiğimiz kararın bilinçsizliği ile mutsuzluğa sürükleniyoruz.

Aslında yaşadığımız karmaşa artık kendimizi bir kalıba sokma gayretinden geliyor. Artık her birimiz statüye sahip olmak istiyoruz, ’biri’ olmak istiyoruz. Gerçek hayatın okuldakinden bambaşka ve daha zorlu olduğu gerçeğiyle yüzleşmek belki de en çok canımızı sıkan. Artık attığımız her adım, bizi ileride bulup bir şekilde yakalayabilir. Biliyoruz ki, bugün verdiğimiz birçok karar yarınımızı etkileyecek. Yeni yıl, her zaman yeni kararlar ve yeni hedeflerdir. 2013’ü karşıladığımız şu günlerde,  belki de en çok hayattan beklentilerimizi düşünmeliyiz; ne olmak istediğimizi ve nasıl bir hayat arzuladığımızı. Bunları düşünmediğimiz zaman işte o ezbere verdiğimiz kararların pençesinde esir olarak sürdürüyoruz hayatımızı.  Ne istediğimizi bilirsek sendromlar da gelişimimizin bir parçası olur ve hayatımızdaki bir süreç olmaktan öteye gitmezler.

SERRA ORUÇ
YAŞAM KOÇU

No comments:

Post a Comment