Wednesday, May 16, 2012

Doğrular tek gerçek midir?


                                                                                                    

        Doğru ya da yanlış olgusunu oluşturan olaylar zinciri ne zaman oluşmaya başlamıştır? Neye ve kime göre belirlenmiştir? Bizim için belirlenen bu değerler tek gerçeği mi oluşturur?


       Atalarımızdan miras kalan toplumsal değerlerimiz vardır ailelerimiz geçmişten bugüne kendi yorumladıkları şekilde taşırlar. Bu değerlerin üzerine her ailenin kendi yetiştirilme şekline göre birtakım kurallar eklenir. Daha sonra birey; doğumundan itibaren yaşadığı toplumun, ailesinin, sosyal çevresinin gerektirdiği doğruların içinde harmanlanmaya başlar. Peki bu süreçlerden geçerken kişi kendi doğrularını/gerçekliğini nasıl oluşturacaktır?

      Kendi gerçekliğini yaratmaya çalışan bireyin bu süreçte çoğunluk tarafından benimsenmeye çalışılan doğruların aksine yaşanmışlıklar arasında farklılıklar da gözlemlemesi kaçınılmazdır. Aynı olaya verilebilecek tepkiler dahi farklılıklar gösterecektir. Her bireyin yaşanmışlığı, değerleri, inançları, hayat stili farklıdır. Bundan hareketle, bambaşka tepkiler doğar. Herkesin mutlak surette/olmazsa olmaz bu hayatta yaşayacağı iki olguyu ele alalım: doğum ve ölüm. Türkiye’de ortalama bir aile bir çocuğa sahip olduğunda sıradan bir günmüş gibi hayatına devam edebilir hatta ekseriyette çocuk doğduktan sonra onu bir kenara atacaktır. Ülkemizdeki sahipsiz çocukların fazlalığını bu durum biraz da olsun açıklıyor sanıyorum. Diğer yandan, daha gelişmiş bölgelerde herhangi bir aile çocuk sahibi olduğunda öncesinde ayrı kutlamalar sonrasında ayrı kutlamalar yapılabiliyor. Yakınları hediyeler getirerek bu sevince ortak oluyor. Birebir aynı olay, iki durumda da bir bebeğin dünyaya gelmesi söz konusu. Ancak verilen tepkiler iki ayrı uç noktasında. Aynı şekilde yaşanan kayıplar. Kaybettiği kişiye beslenen duygular dışında tutularak; hayatında hiçbir şey değişmemiş gibi davrananlara da rastlayabiliriz, hayatında her şey değişmiş gibi içine kapananlara da. Ya da orta noktayı bulup hayatını devam ettirmeye çalışanlara.  Bu noktadan hareketle, herkesin yaşayabileceği bu iki olguya bu kadar farklı tepkiler doğabiliyorsa günlük yaşadığımız binlerce farklı yaşanmışlığa kuşkusuz kendine has, benzersiz davranışların doğması kaçınılmazdır.

     Farklı davranışların doğması ihtimalini düşündüğümde, farklı gerçekliklerin birden çok doğruların varlığı daha da belirginleşiyor. Doğru ya da yanlışı çoğunluk belirliyor diğerleri de onun izinden gidiyor. Aslında zor olan bu durumda kendi gerçekliğini yaratabilmek oluyor. Tek gerçeklik olmadığına inanırsak sınırlarımız genişliyor ve bu esneklikle kendi bilincimizin daha çok farkına varıyoruz. Hayatın olağan akışına kapıldığımızda, detaylar gözümüzden kaçabiliyor ve neyi niçin yaşadığımızı fark etmeden yaşamaya başlıyoruz. Halbuki, bize kendi doğrularımızı bulduran bu akıştaki farkındalığımız. Tek gerçeklik olduğuna daha az inanırsak, kendi doğrularımızı yaratmaya daha çok olanak yaratırız.  

   SERRA ORUÇ
   YAŞAM KOÇU