Doğru ya da yanlış olgusunu oluşturan olaylar zinciri ne
zaman oluşmaya başlamıştır? Neye ve kime göre belirlenmiştir? Bizim için
belirlenen bu değerler tek gerçeği mi oluşturur?
Atalarımızdan miras kalan toplumsal değerlerimiz vardır ailelerimiz geçmişten bugüne kendi yorumladıkları şekilde taşırlar. Bu değerlerin üzerine her ailenin kendi yetiştirilme şekline göre birtakım kurallar eklenir. Daha sonra birey; doğumundan itibaren yaşadığı toplumun, ailesinin, sosyal çevresinin gerektirdiği doğruların içinde harmanlanmaya başlar. Peki bu süreçlerden geçerken kişi kendi doğrularını/gerçekliğini nasıl oluşturacaktır?
Kendi gerçekliğini yaratmaya çalışan bireyin bu süreçte
çoğunluk tarafından benimsenmeye çalışılan doğruların aksine yaşanmışlıklar
arasında farklılıklar da gözlemlemesi kaçınılmazdır. Aynı olaya verilebilecek
tepkiler dahi farklılıklar gösterecektir. Her bireyin yaşanmışlığı, değerleri,
inançları, hayat stili farklıdır. Bundan hareketle, bambaşka tepkiler doğar.
Herkesin mutlak surette/olmazsa olmaz bu hayatta yaşayacağı iki olguyu ele
alalım: doğum ve ölüm. Türkiye’de ortalama bir aile bir çocuğa sahip olduğunda
sıradan bir günmüş gibi hayatına devam edebilir hatta ekseriyette çocuk
doğduktan sonra onu bir kenara atacaktır. Ülkemizdeki sahipsiz çocukların
fazlalığını bu durum biraz da olsun açıklıyor sanıyorum. Diğer yandan, daha
gelişmiş bölgelerde herhangi bir aile çocuk sahibi olduğunda öncesinde ayrı
kutlamalar sonrasında ayrı kutlamalar yapılabiliyor. Yakınları hediyeler
getirerek bu sevince ortak oluyor. Birebir aynı olay, iki durumda da bir
bebeğin dünyaya gelmesi söz konusu. Ancak verilen tepkiler iki ayrı uç
noktasında. Aynı şekilde yaşanan kayıplar. Kaybettiği kişiye beslenen duygular
dışında tutularak; hayatında hiçbir şey değişmemiş gibi davrananlara da
rastlayabiliriz, hayatında her şey değişmiş gibi içine kapananlara da. Ya da
orta noktayı bulup hayatını devam ettirmeye çalışanlara. Bu noktadan hareketle, herkesin yaşayabileceği
bu iki olguya bu kadar farklı tepkiler doğabiliyorsa günlük yaşadığımız
binlerce farklı yaşanmışlığa kuşkusuz kendine has, benzersiz davranışların
doğması kaçınılmazdır.
Farklı davranışların doğması ihtimalini düşündüğümde, farklı
gerçekliklerin birden çok doğruların varlığı daha da belirginleşiyor. Doğru ya
da yanlışı çoğunluk belirliyor diğerleri de onun izinden gidiyor. Aslında zor
olan bu durumda kendi gerçekliğini yaratabilmek oluyor. Tek gerçeklik
olmadığına inanırsak sınırlarımız genişliyor ve bu esneklikle kendi bilincimizin
daha çok farkına varıyoruz. Hayatın olağan akışına kapıldığımızda, detaylar
gözümüzden kaçabiliyor ve neyi niçin yaşadığımızı fark etmeden yaşamaya
başlıyoruz. Halbuki, bize kendi doğrularımızı bulduran bu akıştaki
farkındalığımız. Tek gerçeklik olduğuna daha az inanırsak, kendi doğrularımızı
yaratmaya daha çok olanak yaratırız.
SERRA ORUÇ
YAŞAM KOÇU